Tuesday 26 October 2010

Sibiu'ya minicik dolmuşla olan 6 saatlik yolculuğumuzun sonunda vardığımızda, hepimiz çok yorgun hale gelmiş, hava kararmış, etraf oldukça serinlemişti. Yolculuk esnasında tesadüfî biçimde şoförümüzün Türkçe bildiğini öğrendiğimi eklemek için uygun bir nokta olur bu sanırım. Her neyse, bizimkiler, özellikle Oktay isimli genç ve heyecanlı Türk delikanlımız merkezin yerini öğrenmek için Tarzancıdan hallice İngilizcesi ile debelenirken, ben ebetteki çevremdeki mimariye odaklı biçimde kendi eksenimde dönüyordum. Sonra bizim şoförle göz göze geldim. O mesafeden böyle eli ile evrensel "Gel" işaretini yaptı. Ebetteki ben hemen durumu anladım, "Beni takip edin" dedim bizim çocuklara ve aynen gerisin geri bindik indiğimiz dolmuşa. Kızlar ve Salvador tecrübe ile beni sorgulamamayı öğrendiklerinden, Oktay'ın hafif panik halindeki "neden, noluyo, niye?!" benzeri sorgulamaları dışında her şey oldukça hızlı ve sakindi. Dolmuş şoförümüzün bizi gardan alıp doğrudan şehir merkezine şahsi aracımızmışçasına bıraktığı o geceden beri, Oktay da sanki artık beni sorgulamıyor. 

No comments:

Post a Comment